RÜZGARLA SENİ BEKLEMEK
Zahmetsiz ölümler bekleyen
dervişler vardır, inzivaya çekilmiş, elini eteğini hayattan çekmiş. Rüzgâr işte
öyle bekliyordu seni. Sabah serinliğinde ılık bir ölüm gibiydi, yüzünde postuna
kurulu şeyhine halini arz edecek ve infazını talep edecekti belki. Oysaki ben
öyle değildim; yaşamak için değilse bile biraz daha yaşatmak için kutsal nefesine
muhtaç bir hasta haliyle bakıyordum yollara.
Yollarda asfalta yapışmış
karıncalar gördüm, her biri bir rüzgâr taşıyordu ağzında. Yürümekten nefesleri
bitene kadar mı yoksa bakışlarından asfalta yapışana kadar mı yürüdüler
bilmiyorum. Lakin nemli bir ifade olan gözleri sanki seni bekler gibiydi. Onlar
da mı dedim kendi kendime, rüzgâr ki artık beklemekten öte sana doğru esmeye
başlamıştı ki, “onlar da elbette” dedi. Ben
buna bir anlam veremedim. Sadece senin esmene ve karıncaların nemli gözlerine
baktım, baktıkça üşüdüm, üşüdükçe titrek sözcüklerle ismini ağzımdan çıkan sıcak
nefesimin içine gizleyip usulca üfledim. Rüzgâra değilse bile karıncalara hürmetten
yaptım bunu üstelik.
Sen gelmedin, yoldan geçmedin. Rüzgâr
esmeye devam edemedi, kızdı, soğudu, hırçınlaştı, tozlar savurdu, ben bekledim.
Daha çok umutla hem de. Senin gelmediğin her saniye daha da umudum artarak
bekledim. Duydun mu bilmiyorum, gördün mü benim beklemiş halimi yol kenarında. Ben
giderken ve uzaklaşırken kendimden o hala bekliyordu. “Beklesin” dedim, “geberene
kadar beklesin.” Yine de sen bilirsin ama -işine karışmayı asla istemem bilirsin-
oradan geçer de bekleyen hâklimi görürsen görmemiş gibi yapma olur mu? Konuşsa halini
sorma, hatta yüzüne bakma ama görmemiş gibi yapma. Eğer rüzgarda seninle
gelirse ılık essin zavallının yanında, çok üşütmesin olur mu?
14 Mart 2023 Salı
Yorumlar
Yorum Gönder