Yine Yeşillendi Fındık Dalları


Bahar geliyor; kuru dallarda küçücük gözler birer birer patlıyor, minik çiçekler açıyor, taze yapraklar, narin kırgın başını uzatıyor. Kuru toprakların üstünde otlar, çiçekler görünüyor, papatyalar sarı beyaz endam ediyor, kuşlar yuva telaşına düşerek daha bir farklı cıvıldaşıyor. İnsan da tabiatla birlikte içinde kıpırtılar hissediyor bazen, bazen bu kıpırtılar başka yorgunluklar telaşlar arasında dalgalara kapılan kâğıttan bir gemi gibi ıslanıyor, yumuşuyor, çözülüyor bazen de dağılıveriyor.

Bir martı kendine ekmek fırlatan adamın kafasının üstünden geçerken daha bir gayretli bağırıyor, karabataklar suyun yüzeyine yakın uçarken martıları ve adamı umursamaz görünüyor. Bir fabrikanın mesai düdüğü çalıyor, bir araç kornaya uzun uzun basıyor, yalnız kalmış bir ihtiyar son deminde belki rüyasını hayra yormak için eski bir türkü mırıldanıyor;

“Yine yeşillendi fındık dalları                                                                                                             Acep ne olacak yârin halları?”

Fındık dallarının yeşillenmiş olmasını belki de hiç umursamayan iki genç kendi baharlarının taze çiçeklerini devşirmek için sakin köşeleri kolluyor, apartmanın altıncı katından sepetini sarkıtmış teyze bakkala sesini duyuramayınca onlardan medet umsa da onlar çok da oralı olmuyorlar. Kıza ve oğlana kızgın bakışlarını oklu kirpi gibi atmaya hazırlanan orta yaşlı, göbekli adam elinden fırlattığı sigarayı ayağının ucuyla ezdikten sonra, sepeti göstererek bakkala sesleniyor; “teyze” diyor, “teyze, sepet” bakkal anladım manasında kafa sallayıp, dışarı çıkıyor. 

“Bize hep mesken oldu gurbet elleri

Bize hep mesken oldu gurbet elleri” 

Nakaratını tekrarlayan adam sesi biraz kısılarak susuyor, üç kez öksürüyor, bir, iki, üç… üç öksürük aynı tonda çıkmıyor. Güçlüden yavaşa doğru tonu düşerek devam ediyor; dört, beş, altı…

Karşıya geçen genç kız ve oğlan ihtiyar adamın yanından geçerken, ona bakıyorlar, kız sanki biraz korkmuş gibi süzüyor adamı, oğlan onu anlamaya çalışarak önce adama, sonra kıza, sonra tekrar adama bakıyor, anlamış gibi ya da küsmüş gibi arkasını dönüyor, kız biraz daha baktıktan sonra oğlanın yanına koşuyor, birlikte yürüyüp uzaklaşırken ihtiyar adam sesinin akordunu tamamlamış halde türküye devam ediyor;

“Kız allan pullan gel, gel, gel yanıma

Sıva kollarını, dola boynuma”

Güneş küçük bir bulutla gökyüzünde oynaşma telaşıyla bir görünüp bir kayboluyor, ılık bir rüzgâr, geçen geminin dalgalarını sıvazlıyor, okşuyor, uysallaştırıyor, iskele demirinin paslı yamacından medet uman denizanası, rüzgâra kapılmış tül perdeler gibi gerinip gevşiyor. Gri bir aracın açık camlarından gelen, baslı tizli müzik sesi ihtiyar adamın sesini kalın bir perde gibi örtse de örtünün altından yeşeren fındık dallarını görülüyor, görmekten öte duyuluyor, toprağını ve havanın kokusu geliyor.

Uzaklaşan kız ve oğlan yeşillik bir yerde otlar arasında kayboluyor, minicik böcekler gibi yassılaşıyor, çimenleşiyor, otlaşıyor. Karabataklar suyun üstünde beyaz köpükler bırakıp bir ara köpük oluyorlar, sonra balık, sonra rüzgâr olup kayboluyorlar.

Sepetini sarkıtan teyze sepeti çekerken kızgın adam da sepete biniyor, bakkalcı da, sokaktan geçen üç beş kedi de. İple birlikte sokak da dürülüyor, çekiliyor, sepet çıktıkça; birinci kat, ikinci kat, üçüncü kat tek tek kayboluyor, altıncı kata geldiğinde sepetin girdiği pencereden hepsi geçip karadelikte yok olur gibi yok oluyor… 

İhtiyar adam bu sefer daha bir aceleci, titrek bir ses tonuyla, sanki yarım kalmasından korkuyor gibi türküye dönüyor, nakaratları tek seferde geçerek söylüyor; 

“Yine yeşillendi fındık dalları

Acep ne olacak yârin halları?

Bize hep mesken oldu gurbet elleri

Kız allan pullan gel, gel, gel yanıma

Sıva kollarını, dola boynuma” 

İhtiyarın korktuğu başına geliyor, pencere gökyüzünü çekmeye başlıyor içine. Bulut gidiyor, güneş gidiyor, martılar, dalgalar, rüzgâr, karabataklar teker teker yuvarlanıp, büzülüp yok oluyorlar. Denizanaları biraz direnecek gibi olsa da paslı iskele demirlerinden sonra tutunamıyorlar, deniz öfkeli öfkeli kabarıyor, kalkıyor iniyor ama nafile bir gayret olduğunu anlamış olmanın haliyle ince bir hortumla emilir gibi geçilip gidiyor. Adam türküsünü tamamlamış olduğunu düşündüğünden olsa gerek susuyor, gülümsüyor, yüzünü pencereye dönüyor, uğultulu bir sesle son kez bağırarak pencereden geçiyor;

“Yine yeşillendi fındık dalları                                                                                                        Acep ne olacak yârin halları?” 

28 MART 2023 SALI 


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Küçük bir veda

Benim Tanrım Sizin Tanrınızı Döver