Cehennemde Serin Bir Yer


Cehennemde Serin Bir Yer

Sıcaktan bunaldığımda buna ilişkin çocukluğumda söylenen bir laf aklıma gelir: sıcaktan şikâyet eden biri olduğunda; “cehennemde ne yapacaksın, buranın bu kadarcık sıcağına dayanamıyorsun, oranın sıcağına nasıl katlanacaksın?” sorusu içten yanmalı motor gibi can yakıcı halde içine atılıverirdi. Bu soru bende derin düşüncelere neden olur, işin içinden çıkamazdım.

Düşünsenize; otuz beş, kırk dereceli sıcaklarda bunalıp, gölgelik bir yer ararken, azcık bir rüzgar essin diye beklerken, kızgın ateş üstünde yürümeyi, kaynar kazanlarda haşlanmayı, hatta katran dolu kazanlara atılmayı nasıl tasavvur edeceksin? Üstelik orada ne gölge olacak ne de bir esinti... Yere tuz döksen, cehennemde dökülen tuzu kirpiklerinle toplayacaksın denir, kılmadığın namazları kızgın saclar üstünde kılmak gibi bir durumlardan söz edilirdi. Yetişkin biri için hayali bile korkunç cezaların, çocuk zihninde nasıl izler bıraktığını varın siz düşünün.

Büyüklerden cezayı tanıyorduk. Onlar bağırıyor, çağırıyor, ya da dövüyorlardı. Evlerde babalar anneler, büyük abiler ablalar, okulda öğretmenler, mektepte imam dövüyordu. En çok da imam dövüyordu. Falakayı orada gördüm mesela. İki güçlü kişi dayak yiyecek çocuğun iki ayağını tutar, çocuğun sırtı yerde, ayakları havada, imamın elinde kiren (kızılcık) sopası vur ha vur… az da dövmezdi. Bazı çocukların bağırmalarını halen duyar gibi olurum. Kiren sopası özellikle seçilirdi, çünkü dayanıklı ve esnekti. Vurdu mu ağu (zehir) gibi yakardı. İmam dedim ya en çok döven olunca, imam da din diyor, namaz diyor, sokakta misket oynasan kızıyor, demek ki derdim Allah da böyle. Öyle ya Allah diyen bunları yapıyorsa, Allah neler yapmaz, dediklerinin hepsinin doğru olduğuna aklım almasa da inanır korkardım.

Bugün de sıcak oldu mu yine aynı şeyler canlanır hafızamda. Yanan ateşler, içinde bağıran insanlar, fokurdayan kazanlar, kızgın saçlar üzerinde namaz kılanlar…

Sonradan biraz kitap falan okumaya başlayınca, dinin böyle olmayabileceğini düşünmeye başladım. Allah ile sevgiyi ilk kez o zamanlarda yan yana duydum. Gerçekten Allah sever miydi? Bizim büyükler gibi herhalde sever de döver de diye bir orta yol bulmayı da kendimce başardım.

Lakin aynı zamanda, çok farklı din anlayışlarının, cemaatlerin, mezheplerin, tarikatların varlığı da tanımaya başlamıştım. Öncesinde bende bu konuda bilgi oldukça sınırlıydı. İmam yüksek sesle otuz iki farzı saydırırken, ölüp mezara girdiğimizde, sorgu meleklerine vereceğimiz cevapları da prova ettirirdi.

“Rabbim Allah. Dinim İslâm, kitabım Kur’an-ı kerim. Kıblem Kâbe-i Şerif, itikatta mezhebim Ehl-i sünnet vel cemaat. Amelde mezhebim İmam-ı Azam Ebu Hanife. Zürriyetim Âdem Aleyhisselam. Milletim, Halil İbrahim milletindenim. Ümmeti Muhammed’denim. Mü ‘minim, Müslümanım, Hakka elhamdülillâh…”

Bu soruları ve cevapları ezberleyelim ki sorgu melekleri (münker ve nekir) geldiğinde hemen cevapları verip, kabir denilen birinci aşamayı geçelim. Olmadı cehennemden önce bir de kabir azabı var ki o da cehennemden beter, kabrin içi ateşle dolacak ve o ateşin içinde kıyamete kadar yanacaksın. Bu arada bir sineği dahi yakmanın ne kadar büyük günah olduğunu da öğreniyorum, başından bitini bile alıp sobaya atamazsın, atarsan yine yandın. Yani anlayacağınız bu bizim, ateşle ve yanmayla işimiz hiç bitmiyordu.

Ne demiştim, cemaatlerle olan bu geç tanışma sonrası onların da içinde dereceler olduğunu görmüştüm. Yakmayan yok hepsi yakıyor ama bazıları biraz daha insaflı, az yakıyor, hatta biraz daha araştırınca yanmanın insanın içindeki vicdanla ilgili olduğu gibi, öncekilere göre çok farklı bir anlayış olduğunu da görmüştüm.

Lakin bazı gruplar, tarikatlar ve cemaatlere göre ki maalesef eskinden çoğu böyleydi, kendilerinden başka hiçbir Müslüman grubu cennete almıyor, İslam olmak yetmiyor, namaz kılmak, oruç tutmak yetmiyor, istediğin kadar sadaka ver, ister kırk kere hacca git, olmuyor, cennete gitmek için illaki onların cemaatten ya da gruptan olmak zorundasın. Onların dışındakiler toptan cehenneme… cennette sizin makama kadar çıkmasak da altlarda mütevazi bir yer olsa diyesiniz geliyor, mümkün değil, adam almıyor sizi içeri. Ya onların hocaları ya da efendilerine tabi olacaksın ya da cehennem ateşinde yanacaksın.

Olmuyor ne yapsan ne etsen bizim Müslümanlar biz Müslümanları cennete almıyor. O kadar dayak, çocukluk kâbusları, falakalar, kızılcık sopasının acısıyla uykusuz geçen geceler boşa gitti diyor. Hani hocanın vurduğu yerde gül biterdi diye düşünüyorsun ama bizim hocanın vurduğu yerde gül de bitmiyor.

Artık diyorsun anladık cennetin hiçbir katında bize yer yok. Ne etsek olmayacak bari cehennemde serin bir yer olsa olmaz mı? Hani esmese de ferahlık gelmese de bari ateşin az alevli olanı olsa, altını fazla harlamadıkları bir kazan olsa mesela…

Dalga geçmek değil derdim. İnanın değil. Biraz düşündürmek sadece. Söylediklerimin hiçbiri de uydurma değil.

Ha sen bu konuda ne düşünüyorsun derseniz cevabımı anlatmak için size kısa bir hikâye anlamak isterim. Siz isterseniz kıssa da diyebilirsiniz ya da menkıbe, ne derseniz artık.

Abbasi döneminin meşhur halifesi var Harun Reşit. Onunda meşhur adamı, kimine göre veli kimine göre deli Behlül Dânâ...

Bir gün Behlül fenalaşır bayılır, nice zaman sonra kendine gelir. Harun Reşit Behlül’e takılmak ister; “Behlül, galiba öbür tarafa gidip gelmişsin ne var ne yok öbür tarafta” der.

Behlül; “evet” der “bir cehenneme kadar gitmiştim.”

Halife; “Hayrola, cehennemde ne işin vardı?” deyince,

Behlül; “ateş lazım oldu da ateş almaya gitmiştim” der.

Bunun üzerine Harun Reşit; “Alabildin mi bari?” diye devam eder.

“Yok, alamadım, orada hiç ateş yok” deyince,

Halife; “nasıl olur canım, cehennemde ateş olmaz mı?” deyince

Behlül taşı gediğine koyar; “cehennemde ateş yok, efendi der, herkes ateşini buradan götürüyor…”

Bu kadar.

Sözün tamamı aptala (Abdal değil) söylenirmiş…

Kalın sağlıcakla, başınızı serin ayağınız sıcak tutun… 😊

 

Eyüp Yıldırım

05 Ağustos 23

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Benim Tanrım Sizin Tanrınızı Döver